21 Eylül 2022 Çarşamba

İzmirin eski hanları

İzmirin eski hanları


İzmir ya da antik dönemde olan adı ile Smyrna " bir ticaret yerleşkesi. Deniz yolu egemen  ticaret yolları var, Anadolu v Anadolu coğrafyasının doğusundan, kuzeyinden gelen ticaret yolları var. Bilinen bir durum. Bu kadar çok ticaretin yapıldığı bir kentte , ticaret mallarının bekletildiği, malları taşıyan kervanların da olması beklenen bir durum. Limanda depolar da olmalı. O günlerden yani antik dönemden elimize kalan bu tür yerlerin varlığını tam olarak bilmiyoruz ama bu hanlar olmalı. olmalı. Daha sonra ki dönemlerde ama özellikle de Osmanlı döneminde İzmirin ticaret yaşantısında olan yerini biliyoruz. Hanlar yapılıyor. Bazıları günümüze ulaşabilen Osmanlı yapıları bunlar. Kemeraltı, Basmane çevresi bunlarla dolu. Bazılarını adlarını bilmiyoruz, bazıları zaman yenik düşmüş hanlar bunlar.

Bu konuda saygın tarihçiler tarafından yazılmış bilimsel kitaplarda var. 

Bu konu ile ilgili merakım nedeni ile bazı hanların, yanlış olarak tanımlandığı, bazılarının adlarının değiştirildiğini de fark ettim. Bazılarının zaman içinde olan gelişmelerinin anlatılmamış olduğunu da gördüm. Bunları kent planlarında gördüm, izlerini sürdüm. Sonuçta bunları yazamaya başladım. Her yeni bilgi ile ortaya çıkan hanları yazdım. Halen var olan düzinelerce si var. O hanlar ile ilgili yeni bilgileri buldukça da  bu ana başlık altında yazacağım. Bilinen ya da hata bulamadıklarımı yazmıyorum. Osmanlı belgeleri ne diyor bilmiyorum. Yazılarımı okuyanlar, özellikle de tarihçiler konunun Osmanlı belgeleri üzerinden araştırmalı. Hemen. Zaman kaybetmeden. Hanları yazarken o hanların içinde olan yaşamı yazdım. Neden mi yazdım, gezginlerden yazdım. Hanların içini, çalışanlarını, eğer gezginler bşr şeyler yazmış ise, işte onları yazdım. Şimdilik İzmir içini yazıyorum. Sonra çevrede olan hanları da yazacağım.  Her yeni bilgi yeni bir han dosyasını açacak. Sonra, İzmir içinde deve kervanlarını, onların kent içi yollarını da yazacağım. Tabii ki popüler tarih olarak. O kervanda bulunan bir deve üzerinde , kent içinde bir hana gideceksiniz, bir kısmınız, getirdiğiniz ticari malları tüccarlara teslim edeceksiniz. Bana göre yazılması gerekenler bunlar. Popüler tarih bu.

Kaynakları da ekleyeceğim. Yazdığım popüler tarih ama kanıta dayalı,  Yazılar tam olarak bitince onları da yayınlayacağım. Arada, yazılarım içinde numaralar göreceksiniz. İşte onlar kaynaklar. Benden başkası da ne olduğunu o aşamada bilemez. 


Osman Koçanaoğulları

22 Eylül 2022 

İzmir


20 Eylül 2022 Salı

Blogumda bulunan tarih içerikli yazıları nasıl yazıyorum.

 Blogumda bulunan tarih içerikli yazıları nasıl yazıyorum.

Bir örnek vererek başlayacağım.

Konum, İzmirde bulunan sebiller olsun. Bu konuda yazılmış düzinelerce yazının varlığını internet üzerinden araştırı yaptığınızda hemen göreceksiniz. Belki de yüzlerce.  Okumaya başlıyorum. Bazen , yazılan akademik yazılarda, her hangi bir çeşmenin adından söz ediliyor veya, kaybolduğundan söz ediliyor, bazen çeşmenin mimari özelliklerinden de söz ediliyor. Ama ortada, eksik bilgiler var. Bu konuyu bir yere not ediyorum. Elimde olan kitapları okumaya devam ederken, birden karşıma bir çeşme yazısı çıkıyor. Acaba, söz edilen çeşme bizim yazılarımızda geçen çeşme olabilir mi diyorum. Bu notu da" sebiller ya da çeşmeler " ana başlığı altında olan dosyaya  ekliyorum. Her okuduğum kitapta bu konularda bir şeyler bulursam alt başlık olarak dosyalar gelişiyor. Böyle, ana ve alt gurup olarak he halde 50-60 dosya kutum vardır. Sonra, kitapları okurken, bu yapıların etrafında olan hayatın da yaıldığını görüyorum. Onları da ana ve alt dosya guruplarına ekliyorum. 100 veya daha fazla kitap okuyunca da ortaya çek geniş, hangi yazar tarafından yazıldığı belli olan  bir veri seti çıkıyor.

Geriye de sadece yazılanları düzenlemek kalıyor.

Yaptığım bu.


Osman Koçanaoğullları

20 Eylül İzmir


14 Eylül 2022 Çarşamba

Eskimiş, hırpalanmış Bayraklarımıza ne yapılır ?

 Eskimiş, hırpalanmış Bayraklarımıza ne yapılır ?

Dün gece günümüz Kuzey Makedonyasında geçen ve adı "Balkan ninnisi olan dizide "Köyfteci Süleymanın köfte dükkanında " duvarda " Türk bayrağımızı " gördüm. Aklıma geldi.

Bizler, yakın tarihimiz ile ilgili olarak ta bir şeyler yazmıyor ve sonrada üzülüyoruz.

Rahmetli babam Kafkas savaşı gömüş biri idi. Ölünceye kadar da " İttihat - Terakki düşüncesine kaldı. Siyasete özellikle de Cumhuriyet dönemimi siyasetine hiç ama hiç iyi bakmadı, bu nedenle de sıkıntılar yaşadığını, sağdan soldan duyduklarımızdan biliyoruz. Yine bu nedenle çok parlak bir öğrenci olan Rahmetli ağabeyimin " siyadal bilgiler üniversitesine " gidişine izin veremdi. Çünkü, içinde " siyaset " kelimei vardı. Düşünce yapısı nedeni ile "demokrat partili " olduğu düşünülmüş ama asla böyle fanatik demokrat partili değildi.Sülalem, çok az kişi hariç  oy bile kullanamazdı. Onun için siyaset çikindi.

Bir gün, bir bayram, 9 Eylül olabilir. Evin alt katında olan komodinden, tahta saplı baurak çıkardık. Elime aldım sallıyorum. Bir yerlere asılacak. Naftalin kokuyor ama güveler de yemiş. Biraz harap olmuş. Annem babama gösterdi. Babam, orta ağabeyime "oğlum al bu al sancağı, ya git bir taş ile bağlayıp ile derin sulara, tercihen bir Nehire ya da bir dağ tepesine git, derin toprak kaz oraya da yine nehirde yapacağın gibi, başının üzerine 3 kez koy öp sonra da göm dedi. Ağabeyimin o bayrağı Kadifekaleye gömdüğünü biliyorum. İzledim. Bir tören gibi izledim. Yıl 1967-58 olmalı.

Geleneğimizin böyle olduğunu öğrenmiş oldum. Her ne kadar şimdi yasal olarak eski bayrakların yakılma izni var ise de o yıllarda yokmuş. Eve döndüğümde, babam " o alem, alemden söz ettiği bayrak  atalarımzın kanlarını taşıyor. O kan sahipleri toprak oldu, nehir oldu, su oldu. Bizde o alemi onlara göndermeliyiz " demişti. Çok uzun yıllar sonra, evlendikten sonra, evde olan ve epey eski bir bayrağımızı, fırtınalı havada, taş ile bağlayarak, körfezin  azgın sularına, adet üzere atmıştım. 

İşte size bir kent bellek anısı.

Bilmem anlatabildim mi?



https://www.mevzuat.gov.tr/File/GeneratePdf?mevzuatNo=4633&mevzuatTur=KurumVeKurulusYonetmeligi&mevzuatTertip=5

dosyaların özellikleri

 Blog içinde olan dosyaların özellikleri


UYARI= İçinde bulunduğunuz blog üzerinde  (oskocana.blog.spot.com) blog sahibi Osman Koçanaoğullarının yasal telif hakları bulunmaktadır. Bu nedenle, öncelikle Telif haklarını okumanız için burayı tıklayınız........



Macera nasıl başladı, gelişti ve nasıl bir yol ayırımına geldim. 
Önce, İzmir tarihi ve İzmir kent belleğinde bazı şeylerin yanlış yazıldığını, bilgisizliği fark ettim. Konu 1999 yılında büyük oğlumun okul ödevi olan  ve Halit Ziya Uşaklıgilin yazdığı " İzmir hikayeleri., Şeyh Bedreddin ve kardeşi Şeyh Şemseddin'in " hikayesini okumam ile başladı. Anlatılanlar benim hayat hikayemin bir parçası idi. WEB üzerinden de araştırdığımda bir çok yanlış bilginin olduğunu gördüm, açıkçası " birileri beni bana yalan yanlış anlatıyordu ". Arkası geldi. 
Bunun üzerine önce o çevrede var olan ama bilinmeyenleri yazmaya başladım. Web sitem de yazdım. Epey geri dönüş oldu, sonuçta doğruları da bulduk. Sonra işi büyüttüm. Gezginleri okudum (16,17, 18, 18 yüzyıla ait kaynaklar bunlar), okudukça bilgim arttı, kent planlarına bakmaya başladım. Sonuçta, İzmir in o yıllarını hiç bilmediğimizi de fark ettim.
Öyle şeyler yazmalıydım ki, daha önceleri yazılanların kopyası olmamalı, yeni bir şeyler söylemeli ve okuyan kişiler de  yılardır da sanki orada yaşamış gibi olsunlar dedim. Araştırınca bunun " popüler tarih yazıları " olduğunu öğrendim. Ancak, bunları yazarken doğru bilgiden hiç ama hiç uzaklaşmadım. Kanıt bulamadığım durumlarda da " yazdıklarım, benim mantık süzgecimden geçirilmiş olanlaradır, matematik açıdan da doğrudur notunu " düştüm. Ara sıra çizimler yaptım, ya kent planı olarak ya da bir den fazla yabancı gezginin kitaplarını kaynak olarak gösterdim. Osmanlıca bilgim olmadığı için, bizden belgeleri ekleyemedim. Ama, verdiğim bilgilere kesinlikle güvenebilirsiniz.. Çok sıkı bir matematik denetimden geçmişlerdir.
Yazmaya başladım. Önce bir handan söz ettim. Blog sayfamda yadım ama hanın adı belli değildi. Yine de bildiklerimi, fotoğraflar eşliğinde yazdım. Okumaya devam edip araştırmalar genişleyince, söz ettiğim bu hanın adı da ortaya çıktı. İşte o anada, o hanın isminin o olduğunu çocukluğumda ad bildiğimi fark ettim. Sonra okumalarımda bulduğum kaynağı da yazıya ekledim. Blog sayfam CANLI idi.

Buna benzer bir çok şeyin farkına vardım. O yılların günlük yaşamını , hayatını yazmaya başladım. Canlı blog yazıları olarak.  Karşıma, o dönemlerin insanları çıktı. Hem de önemli insanları, olayları, isyanları çoktı. Onları yazmaya başladım. Halen yazıyorum. Bu olaylar, insanlar  hakkında hem bizim hem de yabancıların resmi raporlarını okudum, okudukça çıkan sonuçları o dosyalara eklemeye başladım. Blog sayfaları gerçekten canlı idi. 
Giderek dosyalar büyümeye başladı.
Ana başlık ve alt gurup yapma gereği doğdu. Şimdi onları yapıyorum. Başarabilirim. Her halde toplam 20 ana başlık altında 200-300 civarı, yakası tam açılmamış bilgi, günlük yaşamlar ortaya çıkacak.
Tek bir isteğim var, bu yazılanları okuyanların da katkı da bulunmasıdır.
Tarih ve diğer bilim dalları hep gelişme içimdedir yani CANLIDIRLAR
En büyük ve en büyük örnek, şu anda böyle, başkaları da tabii ki çıkacak; Menzil hanın, orada olan posta süğücü kahvehanesi, ulu çınar ve tabii ki Dönertaş sebili. Yaklaşık 150 yıl öncesinden söz ediyorum.
Gelin sizde bildiklerinizi benim iletişim kutuma e-posta ile gönderin, her türlü yasal kullanma iznini verin, neb de kontrol ettikten sonra ad ve soyadınız ile dosyalara ekleyeyim. Hep birlikte kent belleği oluşturalım. NE  DERSİNİZ. Bizden başka bunları yapabilecek kişiler yok. En kötü ihtimal il kendim de yaparım
Bir ara 1922 yangın, sonrası ile ilgili duyduklarımı da aklıma geldikçe yazmaya çalışırım..

Osman Koçanaoğulları
İzmir

13 Eylül 2022 Salı

İzmirin pek bilinmeyen eski hanları

 İzmirin pek bilinmeyen eski hanları


UYARI= İçinde bulunduğunuz blog da (oskocana.blog.spot.com) blog sahibi Osman Koçanaoğullarının yasal telif hakları bulunmaktadır. Bu nedenle, öncelikle Telif haklarını okumanız için burayı tıklayınız........

İzmir'de yüz yıllardır, belki daha antik çağlardan beri hanlar bulunmaktadır. Antik dönemlerden beri var olan ve yolculuk için ayrıca ticaret için kullanılan yollar kenarında yapılmış olan bu  yapılar, hem de dünya üzerinde hemen tüm ülkelerde bulunmaktadır. Kendi Türk kültürümüz de ise " han " olayı " bir sosyal ve ticari gereklilik dışında bir de mimari özelliklere sahip olması ile ön plana çıkmaktadır. Bu dönemler özellikle Anadolu beylikleri, Selçuklu devleti, Büyük Selçuklu imparatorluğu, Anadolu Türk beylikleri ve Osmanlı imparatorluğu dönemlerinde kendisini göstermiştir.

1905 İzmir Goad planına  baktığımızda, günümüz Kemeraltı bölgesinde onlarca han görülmektedir. İlginç özellikleri olan hanlardır bunlar. Bir çoğu günümüze farklı isimler ile de bazen de eski adları ile ulaşabilmiştir. Yine 1905 Goad planında, 1922 büyük yangınında yok olan alanlarda da çok sayıda han vardır ama hemen tamamı günümüze ulaşamamıştır. 1905 Goad planı, Basmane, İkiçeşmelik , Kadifekale hattını göstermediği için buralarda var olan hanlar hakkında da çok fazla bilgi sahibi değiliz. Sadece 1923 Pervititch İzmir kent planında buralara at bazı kayıtlar gösterilmiştir ama yeterli değildir. 

Bu dosyaların konusu bunları anlatmak ve de tartışmak değildir. Dosyanın konusu, günümüze ulaşabilmiş ya da varlığı bilinen ama günümüze ulaşamayan hanlar ile ilgili olan ve elimizde olan bilgilerin gözden geçirilip, var olan eksikliklerin, hataların ve bilinmeyenlerin ortaya konulmasıdır. Ortaya konulanların bazılarının , şu anda resmi belgesi vardır, bazıları hakkında bilimsel yazılar vardır ama bazılarında gerçekten de hatalar vardır. Bu ana başlık altında yazılanlar bu eksik, yanlış bölümleri ortaya koymaktadır. Hatalı bulunanlar dosyalarda ele alınmıştır. Doğruluğu bilinenler hakkında hiç bir doya yazılmayacaktır. Yazılar bilimsel desteklere sahip evraklara sahip değildir ama , mantık ve Planlar eşliğinde doğru bilgilere ulaşılabilmiştir. 

Bu ana başlık adı altında bu tür hanlar yazılacaktır. Bu arada, yeni bilgi ortaya çıktığında, dosyalara eklenecektir. Yani, sistem "canlı " olarak tutulacaktır. 

Konular her zaman, gerçekçi olacak ama POPÜLER tarik olacaktır.

Bu ana başlık altında, söz ettiğim ve daha önce yazılı hale getirilmiş olan eski bilgilere yenilik yapılması gereken bilgiler eklenmiştir. Eklenmeye de devam edecektir. Belki başka kişiler d bunları yapacaklar, yapmaları gerekecek. 

Söz ettiğim bu yeni bilgiler,

1-  Gezgin notları,

2- Bireysel olarak bire bir bildiğim ve İzmir kent planlarında arayıp bulduğum hanlar (bunlar Basmahane- Basmane civarında olanlardır)

3-  İzmir kentinin çizilmiş olana eski kent planlarının gözden geçirilmesi eşliğinde tekrar gözden geçirilip, durumlarının aydınlatılmış olan hanların künyelerine yazılmıştır. Tabii ki resmi olarak değil. Birileri de ortaya çıkar ve durumu resmi hale getiriler. 

Bu ana dosya altında okuyacağınız dosyalarda işte bunları bulabileceksiniz. Hem de bugüne dek  bilmediğiniz, yanlış ya da eksik bildikleriniz ile birlikte. Yazılar, mantık, plan ana zemini üzerindedir ve doğru tespitlerdir. Arada, okuyacağınız yorumlarda doğru  analizlerin sonuçlarıdır.  Güvenebilirsiniz. 


Osman Koçanaoğulları
13 Eylül 2022
İZMİR

11 Eylül 2022 Pazar

Ege ve İzmirde de koloni kurma hayalleri. 1857

 Ege ve İzmirde  de koloni kurma hayalleri. 1857





Bu yazının kaynağı Bay Nassau William Senior dur. 

Nassau William Senior  ( 1790-1864)  kimdir ? . Kendisi çok iyi eğitim görmüş bir hukuk adamı dır. Ayni zamanda  ekonomist olarak ta bilinir ve İngiliz hükumetinine onlarca yıl danışmanlık yapmış biridir (1). Bir başka deyiş ile İngiliz devletinin adamıdır. Bay Nassau' nun yolu daha sonra Levant bölgesine düşer. Bir kitapta yayınlar. Kitap 1857-1859 tarihleri arasında gezi yaptığı Türkiye ve Yunanistana ait notları içerir. Daha sonra bu notlar 1859 yılında kitap olarak basılır. Türkiyeye ve özellikle de İzmire geldiği bu yıllarda, İzmir Levanten aileleri, yabancı konsoloslar ile de tanışır, onlar ile söyleşiler yapar. İşte bu söyleşilerini de daha sonra kitap haline getirilir ve basımı yapılır. Tabii ki kitabında yazdıklarından çok daha fazlasını, danışmanlık yaptığı İngiliz Hükumetine vermiştir. Bizler sadece bu kitapta anlattıklarından haberdarız.
Şimdi gelelim konuya. Nassau 12 Kasım günü İzmir Bornova'ya Mr. J. Whittall' un antik Yunan para koleksiyonunu görmek üzere gider. Mr Whitall bilinen bir koleksiyonerdir. Hava kararınca konu para koleksiyonundan uzaklaşır ve konuşma, Mr. J Whitall ' un Küçük Asya, İzmir, Türkler, diğer etnisiteler, Osmanlı coğrafyasının durumu, neler yapılmalı konularına döner. J Whitall çok varlıklı İngiliz kökenlidir, çok etkilidir. Yani sıradan biri değildir. 

Mr J Whitall, zamanla Türklerin moral, ruh ve  beklentilerinin azaldığını buna karşın Hristiyanların zenginlik, cesaret ve anlama yeteneklerinin arttığını bu durumun da sonuçta medeni insan ile barbarı karşı karşıya getireceğini anlatır. Her halde, burada barbarlar bizler olmalıyız. Yazıdan anlaşılan durum bu.
Devam ederler.
J Whitall, coprafyanın analizini yapmaya başlar. 
Whitall 3 adet mücadele eden etnik topluluktan söz eder. Bunlar;

1- İstanbulda patrikhaneye bağlı olan Rumlar ( söz ettiği yerel veya buralara adalardan gelmiş olan Rumlar olmalıdır. Biliyoruz ki çok sayıda adalarda yaşayan Rum İzmire yerleştirilmiştir). Whitalla göre Rumların yunan imparatorluğu dışında düşündükleri hiç bir şey yoktur. Dayanacakları ülke Rusyadır. Rusları hem esir hem barbar olarak görürler. Rumlar, Ortodoks Rusları büyük emelleri olan Yunanistan imparatorluğunu kurmak için kullanacaklarını sonra da Rusları ellerinden atma niyetinde olduklarını söyler.
2- Ermeniler. Türklerden ziyade Rumlardan çekinen sakin yaratılışlı insanlardır. Rumların Türklere göre daha baskıcı ve tahammülsüz olduklarını bilirler. Seçme hakları olsa Türk kuralları yerine batılıların kurallarını ve özellikle de Rusların kurallarına tabi olmayı isterler.
3- Hristiyanlar yani Levantenler.

Ön Asyada ve büyük olasılıkla tüm Osmanlı Levant bölgesinde Fransızlar, İngilizler ve Ruslar olmak üzere 3 devlet etkilidir. 
1- Ruslar yerel Rumlar tarafından,
2- İngilizler ticaret ve zirraat sahipleri tarafından,
3- Fransızlar Latinler tarafından desteklenirler. 

J Whitall, Türklerin d kendisi gibi İngilizleri destekleyeceklerinden, Fransızları kabalıkları ve küstahlıkları  nedeni ile Türkler tarafından desteklemeyeceklerinden, Ruslardan da artık çekinmediklerinden çok emindir. Kırım savaşı bu durumun her halde  nedeni olmelıdır.  Ayrıca J Whitall, binlerce "başı bozuğun " finansını kendilerinin sağladığını söylemektedir. Yani ellerinde bir de maaşlı asker kaçakları vardır.

Bay J Whitall  Hattı hümayunların  zorlanmasını, kıyı Egede batılıların araziler satın almasını böylelikle de buralarda koloniler kurulması gerektiğini söyler. Bu işi de sadece koloni kurma deneyimi olan İngiliz ve Almanların yapabileceğini anlattığı gibi, Küçük Asya topraklarının Amerikadan daha da iyi olduğunu ve bu arazi satın alımının çok da ucuza geleceğini anlatır. belirtir. 
Sonra yapılması gerekenin tren yolları olduğunu anlatır. Parayı biz verip bu yolları biz İngilizler yapacaksak, biz işletmeliyiz. Böylelikle mallar limana çok ucuza nakil edilir diyor. Böylelikle bu küçük Avrupalı topluluklar koloni haline gelir diyor.
Türklere, tüm bu masrafları biz yaptık, vergileri ödedik, katkıları ödedik, öyleyse  bizler de kendi bölge otoritemizi kuracağız, ayrı mahkemelerimiz olacak, ayrı polis teşkilatımız olacak , yollarımız ayrı olacak (paralı yol) ve kendimize ait vergi sistemi kuracağımızı söylemeliyiz. diyor. Rusların Rumların ve Fransızların bu tren yollarını İngiltereye yaptırtmamak için her türlü kirli oyunu oynayabileceklerini de söyler. Bu engellemenin en etkili yolunun çok iyi yetişmiş , Osmanlı üzerinde etkili olabilecek konsoloslar yolu ile olacağını da belirtir.

Buraya kadar olan bölüm, kitaptan alınma. 
sonra ne olur.
Kitapta sonrası yok. Ortada bizim bildiklerimiz ve tarihi süreç var.
Osmanlı savaşır, can kaybeder, toprak kaybeder. Balkan savaşları olur, göçler başlar. Yeteneksiz yöneticiler " acaba " diyerek Almanların peşinden 1. Dünya savaşına irer.
Yerel Rumlar ve Yunanistanda oturan Yunanlılar acaba o sıralar ne yapıyorlar. Bilmiyoruz. Ama her halde hala Rusların peşindedirler.
Bu sırada Bolşevik ihtilali 1917 de patlar. Artık Eski Çarlık Rusyası yoktur. Rumlara Rusyadan bir yardım gelemez. Geriye savaşın galipleri Fransa , İngiltere ve İtalya kalmıştır. Fransa ve İtalya bu yunan imparatorluğu hayalinin peşine takılmazlar. Ne askeri ne de ekonomik güçleri vardır. iyi de ortada olan Rum-yunanlılar ne olacaktır. Blki de Ermeniler ne olacaktır. Sonuç, Yunanlılar İngilizler yaslanır, İngilizlere de bunları kullanılır.
Günümüzde de Yunanistan Fransanın ve Amerikanın Taşeronu olma yolunda. Akıllanmamışlar. Belli





Kaynak

10 Eylül 2022 Cumartesi

Anılar ve Geziler

Anılar  ve Geziler


Bir zamanlar İzmir

Bir zamanlar İzmir


 Bir zamanlar İzmir yazıları 


En yeni yayın, listenin en başında olan yayındır. Listeleme, yayınlanmış en eski dosyadan başlamaktadır. En yeni dosya, listenin en sonundadır. Listede bulunan her hangi bir dosyayı tıklayacak olursanız, o dosyayı okuyabilirsiniz. 









































































  

























  
 



Günlük yazılar

 Günlük yazılar


Bu bölümde, günlük yazılarım bulunmaktadır. Bu yazılar; sanat, edebiyat, bilim, teknoloji ve günlük olan hem ülkemizi hem de dünyayı ilgilendiren olaylar ile ilgili olarak, okuduklarımdan aldığım çıkarımlar ve yorumlamalardır.
En üstte olan yazı, en yeni yazıdır. Listenin sonunda en eski yazım vardır.


Kraliçe II. Elizabeth'in ölümü üzerine düşünceler.

 Kraliçe II. Elizabeth'in ölümü üzerine düşünceler.


"Böl ve Yönet " ifadeleri nedeni ile bir zamanların "emperyal " ülkesi İngiltereye hep kızarım. Kızarım ama devlet çarkının ve sistemlerinin de işleyişine hayran olduğumu da belirtirim. Kraliçe ölüm döşeğinde idi, vefat etti, ve son sürat yeni kral açıklandı hep birlikte " Allah kralı korusun " dediler.

Dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama bu işler çok hızlı oluştu. Tabii ki bunlar için hazır olan metinler vardır ama, olmasına da gerek yok. Bir kaç kez bulunduğum için biliyorum, İngiltere öyle ya da böyle yasalar değil kurallar ya da alışkanlıkların ön planda olduğu bir ülkedir. Bir gün bir dostumun arkadaşını "Bellsize " denile Victoria döneminden kalmış bir semtten alacağız. Bana " etrafta olan evlere dikkat kesilip bakma " dendi. Varacağımız yere vardık. Bayanı bekliyoruz. O da biraz gecikti. Arabadan çıktım, o muhteşem evleriin birisini izliyorum. Hava da kararmak üzere. Birden, o evin penceresi açıldı ve bir bayan bağırarak " sen kimsin, evimi neden dikizliyorsun, şimdi polis çağıracağım " dedi. Şaşırdım. Dostum arabadan çıktı, durumu bayana anlattı, benim yabancı olduğumu ve mimariye hayran kaldığımı falan anlattı. Olay yatıştı. Dostuma, bu konuda yasa var mı dedim. Yokmuş ama bu durum teamül olarak da böyleymiş. Cezasını sordum. Ceza, eğer kişi olarak suç unsuru taşıyan biri değili isem, nezaret ve para cezası, suç unsuru taşıyorsam hapismiş. İngiltere bu. Bu durum yaşamın her alnında böyledir. Yolda, yürümek, trafik, komşuluk ilişkileri vs...vs. Bu düzen yaklaşık 500 yılın birikimi ile oluşur.  Bu sistemde eksiklik var mıdır ?. Olabilir ama, o eksiklik bile sistem içinde otomatik olarak çözülür. Sahip olunan bellekleri bu işi çözer.

İngiliz yaklaşık 400-500 senelik bu birikimi hayatta tutarak bir yerlere gelmiştir de biz neden binlerce yıllaık deevlet-toplum geleneğimizi ayakta tutamadık acaba ?.

Neden hala, bu Roma hukuku var. Beğenelim ya da beğenmeyelim Dünyada bir Pac Ottomana dönemi yani Osmanlı Barış dönemi var. Bunlardan hep bir şeyler çıkarmalıyız.


Osman Koçanaoğulları
11 Eylül 2022
İZMİR

Tutmalıydık. Çok işimize yarardı.

Yayınlanmamış veriler ya da UNPUBLISHED DATA

 Yayınlanmamış veriler ya da UNPUBLISHED DATA


Yayınlanmamış ya da basımı yapılmamış veriler (DATA). İngilizcesi "UNPUBLISHED DATA ". İngilizce terim olarak, tüm dünya dillerinde kullanılmakta.

Ne menem şeydir, biraz lügat parçalayalım.

Konusu ne olursa olsun, bilimsel veriler bir havuzda toplanır, daha önce benzer olanlar ile karşılaştırılır, tartışılır ve sonuçta ortaya bir yazı çıkar. İşte bilimsel yazılar genel olarak böyle hazırlanır. Sonuçta, ortaya çıkan yazı ya da raporun son bölümünde, yazı ya da raporda kullanılan ve başkalarının yayınladığı ya da yayınlamadığı ( yayınlanmamış olanlar unpublished data olarak kayıt altına alınmış ve gösterilmiştir ). Olayın ana şekli budur. Tüm araştırmacılar bu yolu izler, araştırma yapmak için de başka yol pek yoktur.

Yıl 1978 olmalı. Çok önemli bir klimikte, dönemin çok önemli birisi 7-8 kişiye bir beyin cerrahisi konusu hakkında bir şeyler anlattı. Ufkum da genişledi. Notlar da aldım. Toplantı bitti, yanına gidip, anlattıklarını derli toplu olarak nerede bulabileceğimi sordum. " "Bulamazsınız "bunlar "UNPUBLISHED DATA " lardır dedi. Yani yayınlanmamış. Yani, kendi tecrübeleri. Anlattıkları klinik gözlemleri, tecrübeleri idi. Bize bu kadar zor bulunabilecek kendi dağarcığını açmıştı. O klinikte olan dünyaca bilinen kişilerin de bunları yaptığını gördüm. Bunlar, resmi bir bilim toplantısı da değildi, ama o bilimsel toplantılardan çok daha değerliydi. Bir öğretim üyesi ortopedist ağabeyim, ABD de ameliyat sonrası, cerrahların başlarına gelen komplikasyonları da böyle küçük toplantılarda konuştuklarını ve çok eğitici olduğunu anlatmıştı.Düşündüm de kendi kliniğimde ya da kendi ülkemde neden böyle bir yol izlenmez. Bizden büyüklere de anlatılmamış olmalı, onlarda bize ancak biz sorarsak anlatırlardı. Halbuki, tıp ya da diğer mesleklerde o kadar çok bilgi birikimi var ki. Kullanamıyoruz, ya da etkili kullanamıyoruz. Sıkıntımız burada. O kadar bilgi birikimi heba olup gidiyor. TECRÜBE denilen şey de kaybolup gidiyor. Halbuki, tecrübelerimizi, bildiklerimizi bir sonraki nesillere aktarmaya o kadar çok ihtiyaç var ki. Burada bir not aktarayım. Daha doğrusu bir bilgi kırıntısı. Bir hasta nedeni ile bir kardeşimiz le konuşuyoruz. Aklıma nereden geldi ise, geldi ve genç arkadaşıma söyledim. söyledim. Bana da, benim sormam nedeni ile hocam söylemişti. Hem de tekniğin ve tetkiklerin çok yetersiz olduğu, klinik tecrübelerin çok önde olduğu o dönemlerde söylemişti. Gerçi artık o tetkikler hemen hiç yok ama, klinik açısından hala çok önemlidir. Övünmek gibi olmasın ama, yorumunu da ben yapmıştım hem de UNPUBLISHED DATA olarak. Genç arkadaşım olur mu abi dedi. Olmaz demeyelim, OLUR dedim.


Osman Koçanaoğulları
11 Eylül 2022
İZMİR

9 Eylül 2022 Cuma

KOCANA - 2 ( KOÇANİ).

 KOCANA - 2 ( KOÇANİ).

Burası eski Yugolavya cumhuriyetinin Makedonya bölgesi. Şimdi ise Kuzey Makedonya Cumhuriyeti olarak biliniyor. Ayrı bir devlet. Üsküp baş şehir.

Burayı ilk defa 1978 yılında Ablam ver alt komşunun kızı ile gördüm. Sonra büyük oğlum ile 2015 yılında tekrar gördüm. İki gezim arasında olan farklılıkları, gözlemlerimi aktaracağım sizlere.

Yıl 1978.

Üsküpten, otobüs yolculuğu ile Koçanaya vardık. Dil bilmeyiz, oralarda akrabamız yok. Sadece, bir yaz tatilinde bize de ziyarete gelmiş olan, annemin çocukluk arkadaşının orada olduğunu biliyoruz. Belki görebiliriz dedik. Garaja inince dönüş biletlerimizi aldık, dönüş için de sadece bir otobüs var. Sıkı sıkı geç kalmamızı tembih ettiler.

 Dereni yada oranın ifadesi ile Köçana çayının sol tarafında olan Koçna camisine doğru yolun solundan yürümeye başladık. Eski Osmanlı evleri, derenin her iki tarafında sıralı. Anne dedem ve anne amcamlarının eleri bu rıhtımın karşılklı iki tarafında. Anne amcasının çocuğu yok. Adı Molla Şemsetttin. Stefanko ya göre buralara gelen ilk atamız Molla Şemsettinin adını almış. (mezar taşında olan Osmanlıcadan okuduğu kadarı 1528). Geldikleri yer KARAMAN. Baba sülalem KIaresili. Aileden aktarılan bilgiler bunlar. Belgesi yok.  Dere kenarına annemler dere rıhtımı diyorlarmış. Açız. Ortalıkta mis gibi pişi kokusu. Baktık, küçük, salaş bir börekçi. Koçanalıların " pul böreği " dediği börekler pişiriyor. Dumanı üstünde. " Çi "börekten farkı, içine konan kıymalı harcın kavrulmuş olması. Ayrıca peynirli olanı da var. Komşumuzun kızı, kıymalı olanından isteyince, benim Domuz eti fobim vardır " Tuna yeme, domuz eti olabilir      dedim. Birden, börekçi, mükemmel bir Türkçe ile " Te be yesin helaldir " dedi. Anladım ki, domuz eti değilmiş. Adamı Türk zannettim. Arnavutmuş. Oturduk, karnımızı doyurmaya başladık. Yanında da yağlı ayran. Laf lafı açtı, neden ve nereden geldiğimizi sordu, bizde anlattık. '5 senedir Koçanada oturduğunu eskileri bilemeyeceğini söyledi, ama etrafımız kalabalıklaştı. Sırpça, Arnavutça, Türkçe konuşmalar var. Birden, ak saçlı yaş bir bey geldi. Türkçe olarak baba soyumu sordu. Açıkçası o soyadan pek memnun olmadı. Olamazdı, baba soyum askeri özellikli ve Balkan isyanlarının bastırılmasında epey iş görmüş bu nedenle de büyük dedem " Ali Başko " olarak bilinirmiş. Yani " Başkoparan Ali" . İsyanı böyle bastırdığını yada isyanın böyle bastırılmasında bu şekilde katkısı olduğunu anlıyoruz. Yine de nezaket gösterdi. Anne tarafımı sordu ama, kadınların isimlerini, kaç*göç nedeni ile bilemeyeceğini, dedemin adını sordu brende " Molla Lütfü      dedim. Adam birden her iki elimi tuttu, öpmeye başadı. Düşünün ben 27 yaşında bir adamım karşımda belki de 70 yaşında bir adam elimi öpüyor. Çok rahatsız oldum. Etraftakiler ile bir şeyler konuştu. Ahali bizi, camiye doğru giderken bir yere götürdü. Büyük bir salon. Masalar var. Hizmet ettiler. Bizimle Türkçe konuştular. Burası Koçana idare binasıymış. Söz ettiğim kişide (adı Stefanko idi ve Koçananın yöneticisiymiş).

Şİmdi gelelim Stefankonun hikayesine. Konuyu kendisi anlattı. Mükemmel bir Türkçe ile.

Balkanlar kaynıyor. Soğuk bir gün. Lütfü dedem, muhtemelen bir bayram sabahı, Teroglanlar ile  birlikte camiye geliyor. Belki yanında çocuk ve akrabaları da var. Teroglan, bir tanım; AMELE demek yani TER OĞLANI. Daha çok Müslüman olmayanlar bu işte çalışıyor. Namazı kılıp çıkınca, kar kıyamet içinde biri kucağında  çok küçük, diğeri yanında 6-7 yaşlarında çocuğu olan kadını görüyor. Kadının kocasının Bulgar çeteciler tarafından öldürüldüğünü öğreniyor. Yanındakiler " alın Banyaya götürün, ne gerekirse yapın " diyor. Banya,, Koçananın bir köüü, işlekleri oradaymış. Aradan zaman geçiyor. Büyük çocuk vefat ediyor. Küçük çocuk büyüyor. Dedem, o çocuğu okutuyor, dedemin vefatı sonrası da büyük dayım okutuyor. Sonra bizimkiler anavatana göç ediyorlar. İşte okutulan çocuk bu adam oluyor. Dönem Tito dönemi.

O yerde bize öyle bir sofralar döşediler ki, üstünde yok, yok. Sohbet ve de sohbet. Sonra bizi Koçana camisine götürdüler. Viranlık. Bay Stefanko, camiye el atın, atalarınızın elleri var burada dedi. Hatta, bir kaç yıl önce senato başkanı buraya geldi (galiba Tekin Arıburun idi) o da buralar ile ilgilendi. Akrabanız olur dedi ama, dönüşte anneme sordum bilmiyor.  Annemlerin yıkılmış olan ve hemen caminin çaprazında olan evlerini gösterdi. Bitişiğinde Koçana müftüsün vi vardı. Viranlık. Onları gördük. Penceren baktıklarında, karşılarında saat kulesi olduğuynu nlatmıştı, saat kuşlesi de oaradaydı. Eski komşularının hiç biri yoktu. Mezarlığı sordum, yerini gösterdiler ama mezarlıkta yoktu. 2. dünya savaşı sırasında Alman Tankları Koçanaya oradan girmişler ve mezarlığı yok etmişler. Dönünce bunları anneme anlattım. Anavatana dönme karartı (1935) alındığında, bu durumdan sadece büyük dayım haberli. Kimse bilmiyor. Bir sabah, büyük dayım, tüm aileyi, akrabaları toplamış. Kabristana gidin ve vedalaşın demiş. İşte o anda anavatana göçü anlamışlar. 2 günde toplanmışlar ve kiralanan bir vagonla da Demirköprü üzerinde anavatana göçmüşler. Başka ayrıntılar da var ama, ana hatlar bunlar.

Baba sülalemden hiç bir şey yoktu. Aradan çok zaman geçmiş. Onlarda 1911 de buralara gelmişler.

Annemin çocukluk arkadaşı, biz Koçanaya varmadan bir hafta önce Üsküpte olan oğluna taşınmış ve orada vefat etmiş. Göremedik, sadece dua ettik.

Hava karardı. Otobüse yetişmemiz lazım. Bırakmıyorlar. İlla da akşam yemeği. İnsanları zor ikna ettik. Garaja gittik ama, otobüs sati geçmişti. Karşımıza bir pols çıktı, pasaportlarımızı topladı, bizden hiç memnyn olmadı ve "Ben pomakım " dedi. Pasaportları geri vermek istemedi, halk ite kaka elinden aldı. Polis te arkasına bakmadan çekti, gitti. Bizleri, sevmezlermiş. Otobüse bindik ama, numaralı bilet değil.  Yerlerde oturan insanlar bile var. Bize yer verdile. Birde " Turski paşa " v türkçe şarkılar söylenmeye başladı, rahatladık.

Koçanada o yıllarda ciddi bir Romen sayısı var. Sokakta, galiz ve Türkçe küfürleri duyuyorsunuz. Türkçe konuşuyorlar. Bay Stefanko " Ah Osmanlı ah. Neden buralardan gittiniz " dedi. Osmanlıyı özlediklerini, Osmanlının ne dinlerine ne dillerine ne de ırzlarına  karışmadıklarını anlattı. Tek şikayeti "anavatana giderken Romenleri burada bırakmış olmamızdı".

Koçanadan ayrılırken, kalbimiz burada kaldı.

2015 yılında, ne ben ne oğlum bu duyguları hissedemedik. Geride hiç bir şey kalmamıştı. Üzüldük.

2015 yılında, bunların hiç biri yoktu.

Osman Koçanaoğulları

10 Eylül 2022

İzmir




9 Eylül törenlerinin kaybolan sihri

 9 Eylül törenlerinin kaybolan sihri


Çocukluk ve yeni yetime çağlarımın Basmane Anafartalar caddesinde olan kutlamaları.

Evimizin, 2. ci kat demir pancurları, normalde hep kapalı olurdu. Kocaman dmir pancurlar. İç kısmnfa camlar ve dışarıdan görülmesin diyerek de kafesler vardı. Salona bakan tarafta da  bnakışlı perdeler olurdu. Bunlar hep kapalı olurdu. Açılmazdı. Sadece, çok ama çok önemli günlerde, o devasa demir kepenkler açılırdı. O açolma günü de 9 Eylül günü olurdu. Aana caddeye bakan 6 adet kocaman pencere ve altı katında da demir parmaklıklı olan ve odalara açılan4 adet pencere bulunurdu.

9 Eylül öncesi, civar kazalarda oturan akrabalarımız yatıya gelirlerdi. 9 Eylül sabahı pancurlar açılır, zaten temiz olan çerçeveler tekrar silinizrdi. Pencere önlerinde kocaman kırıkrtan yapılmış divan bulunurdu. Sonra, eş-dpst, konu komşu da gelir, herkes yerini alırdı.

Bundan önce, temizlik ve hazırlık yapılırken, süvarilerin töreni için karakol önüne saat 07 gibi giderdim.  Rahmetli babam, caddeye açılan kapı tamir edilip bize teslim edildikten sonra, tören için ana caddeye iner, töreni orada izlerdi. 

Tören önce askerler ile başlardı. Sonra önemli kişiler, mesela Bombacı Ali Çavuşu orada görürdüm. Bir kez Maniasa Tarzanı da korteje dahil oldu. Sabah süvarilein geçmesine rağmen kortej önünde yine 4-5 sıra süvari olurdu.

Bir keresinde, askeri jipin ani hareketi ile yaşlı bir gazimiz djeep ten düşmek üzere iken tutulabilmişti. 

Bu temaşa sürerken, evde çaylar demlenirdi ve misafirlere de verilirdi. Düşünüyorum da annem ve ablalarım için ne eziyetmiş. Ama onlar hiç şikayetçi olmazlardı. Ne eziyetmiş, annem, ablalarım için. Sonra partiler, sabun, deterjan falan filan reklam arabaları geçmeye başlardı. THK uçakları havadan, küçük paraşütler ile paraşüt ile ilan ve küçük sabunlar atardı.

Rahmetli babam, bunları hiç hoş karşılamaz ve işi " şebekliğe vuruyorlar " derdi. Açıkçası, ne zaman ki o kortejlerde siyasi partiler ön safa çıkmaya başladı, törenin gerçekten heyecanı kalmamıştı, ya da ben öyle düşünüyordum. Bizler hep askeri törenin doğru olduğunu düşünenlerdik. Belki biz yanlış yapıyorduk. Ama öyle idik. Alyanağı orada gördüm. Bunu düşünen sadece ben de değildim. Uzaktan gelen yakınlarımız hatta konu komşu bile böyle düşünmeye başladı ve artık evimize 9 Eylül töreni izlemeye gelenlerin sayısı giderek azaldı ve yanılmıyorsam 1960 ikinci yarısından sonra 9 Eylül törenlerini izlemedik.

Sihir bozulmuştu.

NOT= Evin fotoğrafı yok ama, ben ç,z,m yapmıştım bir zamanlar. Dosya LINK i aşağıda. Merak edenler bakabilir. 


Şeyh Bedri efendinin evi - Ayrıntılı


https://okocana.blogspot.com/2018/07/seyh-bedri-efendinin-evi-2-basmane-izmir.html



Osman Koçanaoğulları

9 Eylül 2022

İzmir


7 Eylül 2022 Çarşamba

Makedonya-KOÇANA. 1 Koçanaya gidiş.

 Makedonya-KOÇANA. 1  Koçanaya gidiş.

KOÇANA Yıl 1978 ve yıl 2015

Koçanaya iki kez, ilki 1978  yılında ablam ve komşu kısı ile, 2015 yılında da büyük oğlumla ziyaret ettik. Her iki ziyaret, zamanla orada nasıl değişikliklerin olduğunu da gördüm. Üsküpte oteldeyiz. Sabah, erken saatlerde otelden günü birlik olarak ayrıldık. Ben, ablam ve alt katta oturan komşumuzun kızı Tuna. Üsküp garajına gidiyoruz. Taş köprüde bir kafe benzeri yere oturduk. Açız. Baktım çay servisi de var. Cafe benzeri yere yanaştım.  Poğaçalar ardım. Çay varmı diye sordum. Tezgahtar Türk asıllı idi. Türkçe konuşmaya başladık. Bizim alışık olduğumuz çayı ince belli bardakla gelecek çayı hayal ettim. Yokmuş, "sallama cay " var dedi. 3 fincan aldım, tepsiye koydum. Bu arada bizim çayımızı burada " SLAV çayı " olarak tanımlandığını da öğrendim. Sonra Üsküpte kaldığı süre içerisinde ben de çay isterken bu ifadeyi kullandım. Son gidişimde bu konuyu unuttuğum için kullanmadım.

Koçanayaotobüs biletlerini aldık. Biletleri satan genç Arnavutmuş, çok iyi Türkçesi vardı. Koçanaya varınca dönş otobüs biletinizi alın, Koçanadan  Üsküpe sadece 1 adet otobüs vardır , o otobüste saat 10.00 da kalkar. Kaçırmayın, Koçanada otel yok, parkta yatarsınız dedi.. Otobüs 09.00 sularında hareket etti.. Yola koyulduk. Ön sırada ablam ve komşu kızı. Arka sırada, koridor tarafında ben oturuyorum. Yanında oldukça şişman b,ir bayan. Yol boyunca yarenlik adan bayan Romenmiş. Mükemmel bir Türkçesi var. Koçanaya gidiyormuş. Benden de buralara neden geldiğimi sordu. Bütün yol boyunca konuştuk. Annemlerin aslında Koçana-Banyalı olduğunu, işlerinin , ana konaklarının orada olduğunu anlattım. Koçanada olan konakta yaşadıklarını da anlattım. Aklıma, annemin çocukluğunda, Koçanadan Banyaya giderken, sallandığı "ahlat ağacından " söz ettim. Bayan kolumu çekiştirdi " işte Ahlat ağacı buradaydı" dedi. Yanından hızlıca geçtik. Ama ahlat ağacı yoktu. Gözümde annemin çocukluğu canlandı. Çok duygulandım. Bunları 1978 yılında yaşadım. Dönüşte anneme anlattım, boşluğa baktı, hiç bir şey demedi. Ağladı. 2015 yılında büyük oğlum ile gittiğimizde, bizi gezdiren rehberimize de bu olayı anlattım ama, o eski yol yoktu, oto yol açılmıştı ve o eski ahlat ağacı da yoktu. Babaamlar, buraları 1911-1912 de terk etmişler. Onlardan bir şeyler kalmamış. Babm ve halam da hatta amcam da Koçana ile ilgili bir şeyler anlatmazlardı. Çok zor bir Türkiye göçü yaşamışlar. Baba sülalem ile ilgili notları daha sonra yazarım. Bir ibretliktir. Sadece Koçana dönüşünde, Babam bir yer sordu. Önünden geçmiştim. 4-5 adet mezar taşı vardı. Sarıklı mezar taşları. Babamın her iki gözünden yaş geldi. Atalarının mezarlarıymış. "Çok azıkalmış " dedi. Hepsi bu kadar. Başka da bir şey yoktu.

Koçana bir pirinç ekim alanı. Bir vadi, çok sulak bir vadi, pirinç için gerekli su var, ılıman, kışları çok soğuk. Bir de köyü var. Hemen dibinde ismi "ORİZARİ". O da pirinç demek. Annemlerin burada oturan ve bize misafirliğe gelen yakınları vardı. 


Osman Koçanaoğulları
İzmir
07.09.2022




Makedonyada Müslüman-Hristiyan çekişmesi, Daha doğrusu Makedon-Arnavut çekişmesi.


 Makedonyada Müslüman-Hristiyan çekişmesi, Daha doğrusu Makedon-Arnavut çekişmesi.

Yıl galiba 2014. Büyük oğlumla ata topraklarımızı ziyarete gidiyoruz. Kosova-Sırbistan çatışmaları bitmiş, ortada savaş hali yok ama, soğukluğu hissedebiliyorsunuz. Üsküpte ciddi bir şekilde TİKA tarafından yapılan cami restorasyonları var. 
Gezimizin ilk günü. Üsküp. Önce Matka kanyonuna gittik. Giderken dağın tepesinde kocaman bir haç, gece ışıklandırılıyor. Mihmandarımız bir ekonomist, iş olmayınca bu işi yapıyor, lüks arabası var. Bir program ,ile gezdiriyor. Entelektüel biri, Makedon. Yolda Arnavut köylerinden geçiyoruz. Arnavut köyü olduklarını, evlerde hatta cami minarelerinde olan Arnavutluk bayraklarından anlıyoruz. Sonra bir başka köy ya da semtten geçerken Sırbistan bayrağını görüyoruz. Üsküpün merkezide de devasa bir Makedonya bayrağı, İskender, Filip heykelleri. Burada bir de modern yapılar var.
Cuma günü idi. Balkan Ninnisi dizisinde olduğu gibi, oranın en bilinen köftecisine gittik. O dönemde, paramız çok değerli, yedik içtik, 3 kişi idik ve bize bedava gibi geldi.
Türk çarşısına çıktık. Ortada bir terslik vardı. Ortalık polis kaynıyordu. Makedonya da asker yok sadece polis var. Arnavut gençler toplanmış, Osmanlı camilerinin önünd namaz kılacaklar, Cuma namazı ama amaçları namaz kılmak değil,i olay yaratmak. Polis te isin vermiyor ama Arnavutlar ısrarcı. O sırada camiden biri çıktı, toluluğu yanına çağırdı, onalara bir şeyler söyledi, topluluk dağıldı. Tercümana sordum, ne olduğunu anlamadığını söyledi. Camiye doğru giderken, mihmandar "camiden çıkıp konuşan kişinin, İmam olduğunu ve Türk soylu " olduğunu söyleyip, topluluğa nasihat ettiğini, dini mekanların protesto yeri değil Allaha ulaşma yerleri olduğunu söyleyip, aynen " defolun gidin " dediğini söyledi. Konuşmayı hem Arnavutça , hem Makedonca hem de Türkçe yapmış. Ortalık sessizleşti.
Olay üzerine mihmandrımız bazı şeyler anlattı.
Makedonyada Yugoslavya parçalanmasından sonra Arnavutlarda ortaya milliyeçi duygular ile birlikte dini duyguların öne çıktığını anlattı. Arap ülkelerinin sorumlu olduğunu anlattı. Gerçekten her köyde , 10 haneli köylerde bile cami var ve hepsi ayni mimari yapıda. Ülkemizde de böyle cam,iler görülmeye başladı. Bu cami yapma olayı başlayınca Makedonlarda her dağa, her tepeye böyle devasa haçlar, kiliseler yapmaya başlamış. Resmen bir yarış var. Buralara çok para harcandığını anlattı.
Günlük yaşamda, sıkıntı her iki tarafta da var olan eğitim ve kültürsüzlük ön planda. Bu durum ve işsizlik, olayların çıkış nedeni. Bir de Makedonyanın o yıllarda kara para aklama merkezi olduğunu da anlattı. Makedonya, Kosova ya gidenler bu durumu görecekler.
Türkleri sordum. Çok samimi olarak, hiç bir şekilde olaylara karışmadıklarını, bu nedenle de Arnavutların Türklere bozulduğunu ama yine de Türklere çok saygı duyduklarını anlattı. 1 Türkler" Makedonyanın harcıdır, kültürü ile harcıdır dedi. Bu anlattıklarında çok samimi idi. Ayni sözleri, kaldığımız otelde de duydum.
Daha sonra Türk kanallarının , bu coğrafyada ne kadar çok izlendiğini, Arnavut kökenli hatta Makedon kökenli çocukların nasıl güzel Türkçe konuştuklarını yazacağım. Yazmam da gerekecek. 









Fotoğraflar, internet kaynaklıdır. Daha sonra kendi fotoğraflarımı eklerim. Oralara gidecekler, çok sayıda fotoğraf çeksinler hatta bana bile gönderebilirler. Kosova olaylarının yaşandığı yerleri görsünler, fotoğraflasınlar, Arnavut şehitliklerini görsünler, belgelesinler isterim. 
Yazmaya devam.

Osman Koçanaoğulları
7  Eylül 2022
İzmir

6 Eylül 2022 Salı

Mekedonya gezilerim, Anılarım. Bölüm 1

 Mekedonya gezilerim, Anılarım. Bölüm 1



Yıl 1978. Sonbahar.

Çok yoğun bir yaz dönemi çalışması geçirdim. Denize ve tatile tutkunluğum yok, bu nedenle de yaz ayı izinleri kullanmam, klinik arkadaşlarım ve ağabeylerimde bundan çok memnun olurlar ve rahat rahat taile çıkarlardı. Yazın izine bile çıksam kliniğe gider nöbetçiler ile sohbet eder, hastalara bakardım. Çok ciddiyi böyle idim. İşte bu nedenle de başıma, kıskançlıklardan kaynaklanan tatsızlıklar hep geldi. Şu anda hayatta olmayan büyüklerim ve hayatta olan arkadaşlarımın hepsi bilir. Unuttum gitti. Uzun süre kızgın kalmam, kalamam.

Bir sonbahar, çok sıkıldım ( gideceğim yerlere de hep sonbaharları gittim, klinik izin aylarının bitimidir Sonbahar ayları) klinikte de çalışan kadro tamam. Geziye çıkayım, ata topraklarını göreyim dedim. Ablamı aldım, alt komşumuzun kızı da gelmek istedi. Onu da yanıma aldım. Sirkeciden yola çıktık. Önce sofya sonra Nişova (yani NİŞ) vardık. Trenden indik. Aktarma ile Üsküp'e geçtik. Üsküp'e vardığımızda hava kararmıştı. Giderken, rahmetli büyük ablam" Osman, bak bakalım bizimkilerin söylediği Bregenitza (ailem böyle derdi ama aslı  Bregalnika nehri imiş) anlattıkları gibi büyük bir nehir mi " demişti. . Demek ki biz Türkler o nehri böyle tanımlamışız. Koçanaya giderken hep yanından geçtik. Gerçekten büyük bir nehirdi ve çılgın akıyordu ama suyu çok berraktı. Hatta , hani kendi arabam olsa iner, bir şişeye suyundan doldurur ve babam ile anneme götürürdüm diye aklımdan geçirdim.Sonra Koçanada ki bir çeşmeden büyük bir şişeye su doldurdum. Meşhur Koçana pirinci, Koçana toprağı aldım, sülalede bulunan büyüklere azar azar verdim. Çok makbule geçmişti. Son gittiğimde de biraz toprak getirdim.

Neysae Üsküp tren istasyonuna vardık. Otel aramamız gerekli. Ayni trenden askerler indi. Biz aramızda konuşurken bir asker çocuk yaklaştı. Elimizde valiz olduğunu görünce yardım etmek istemiş, Türkçe konuştuğumuzu da duymuş. Bir Türk kökenli çocuktu. Bizimle sohbet etti, otel yeri tarif etti. Dönem TİTO dönemi ama o günlerin Yugoslavyası  diğer doğu bloku ülkelerine göre çok daha batılı bir ülke idi. Tren istasyonundan çıkarken, duvarda olan gar saatini gösterdi. Üsküp depreminin olduğu sırada saat durmuş. O şekilde kalmış. 7 sene önce ikinci ziyaretimde, o eski istasyon açık değildi, galiba müze olmuş. Satt kadranı, deprem saatini göstermekte idi. Saat halen orada duruyor. 

Otel, Üsküp konsolosluğumuzun (eski dönem konsolosluğu, Makedon Üsküp bölümünde) tam karşısında idi. Otele giriş  yaptık. Pasportlarımıza baktı. Bana döndü, "Te be naapmaya geldiniz " dedi. Mükemmel bir Türkçe ile. Türk olup olmadığını sordum. Arnavutmuş. Koçana doğumluymuş. Çok yakınlık gösterdi Pasportlarımızı iade etti. Ertesi günü Koçanaya nasıl gideceğimizi de anlattı. Hatta, istersek, bizleri garaja kadar da götürebileceğini söyledi. İlk günümüz böyle geçti. Otele varıncaya kadar geçtiğimiz Makedon bölgesi tam bir Avrupa şehri idi.

Bir sonraki yazı, Yani Makedonya anıları 2, ata toprağım Koçana olacak. Atalarım oraya, Anadolu coğrafyasından 4---500 sene önce nasıl, neden  ve nereden gitmişler bunları da yazacağım. Bu bilgiler, nesilden nesile atarılmış bilgiler yani sözel tarih bilgileri. Sadece Ana tarafımın atası Molla Şemsettinin virane türbe gibi yapısını gördüm. Üzerinde olan eski Türkçe yazıyı bir Makedon okumuştu. Tarih 1528. Baba sülalem ile ilgili bilgiye ulaşamadık ama, o tarihlerde olmalı. İnanılması zor, bir o kadar muhteşem, bir o kadar da mutluluk veren bir Koçana ziyaret gününü yazacağım. Guru duyduğum, hem insan hem Türk olarak gurur duyduğum anlardı.

Tek ama çok büyük eksiğim yeterli fotoğraf çekmemiş olmamdı, hiç aklıma daha sonra bunları yazarım fikri gelmedi ki !. Son gittiğimde ise, eskilerden hiç bir şey geriye kalmamıştı.

Osman Koçanaoğulları

7 Eylül 2022

İzmir





Fotoğraflar İnternet kaynaklıdır. Bir daha gitmek kısmet olacak olursa, kendi çektiğim fotoğrafları paylaşırım. COPYRIGHT engeline takılmam.

5 Eylül 2022 Pazartesi

Antik çağ mermer heykelleri, zamanında boyalı idi.

Antik çağ mermer heykelleri, zamanında boyalı idi.

Açık hava ya da kapalı müzelerde gördüğümüz, mermerden yontulmuş antik çağ heykellerine hayran oluyoruz. Bunlar beyaz mermerden oyulan heykeller. Muhteşem bir mermer oyma sanatı yansıtıyorlar. Her an canlanacaklarmış gibi. Peki zamanında da böylemi idiler.
Yapılan çalışmalar ile, bu mermer heykellerin yapıldığı zamanda boyandığını bu şekilde de bir canlılık kazandığı öne sürülmektedir. Zaman içinde bu boyalar ortadan kalkmıştır. Belki bazı heykellerde bu izleri görebiliriz. Bu boyama Antik çağ ile sınırlıdır. Ben, boyanmamış ve yalın hallerini daha çok sevdim. Ayni durum Antik dönem, günümüzde mermer yontu olarak olarak gördüğümüz  tapınaklar ve binalarda söz konusudur. 
Aşağıda mermerden yontulmuş heykellerin hem yalın hem de boyanmışlarından örnekler vardır. Fotoğraf kaynağı internet kanallarıdır. Kaynakları da yazılıdır. örnekleri vardır. 
Hangisi daha güzel kararını sizler vereceksiniz.
İnternet üzerinde, bu konuda çok sayıda görsel vardır. Görsellerin COPYRIGHT hakları olduğu için buraya görsel aktaramıyorum. Yine de size bazı bağlantı adresleri vereceğim. Bilinmesini istediğim, bu heykellerin yapıldığı dönemde boyanmış olduklarıdır. 
Aşağıda olan bağlantıyı tıkladığınız da arada olan farkı görebilirsiniz. Aşağıda olan foto, LINK yazılan siteden alınmadır.








Osman Koçanaoğulları
6 Eylül 2022


Popüler ve akademik tarih üzerine notlar

 Popüler  ve akademik tarih üzerine notlar


Popüler tarih nedir ?., neden böyle yol izleyerek bir şeyler yazıyorum ve amacım ne ?.

Tarih yazılarının akademik yönü de var. Tarih bilimciler, bunları yazıyor. Blgeleri ortaya koyuyor. Kusura bakmasınlar ama, benim de içinde olduğum sıradan ve tarih bilimi okumamış insnlar bu yazılanları okumuyor çünkü bu konuda eğitimleri yok ve o kadar çok tarih bilgisi içinde kaybolmak da istemiyorlar. Bende böyle düşündüğüm için popüler tarih konularında, elde var olan bilgileri içeren, palavra olmayan ama sözel tarihi de içine katan bir yazın şekli izliyorum. Bunu yeni de yapmıyorum.
İnsanların bellekleri farklıdır. Kiminde fotografik bellek ( geometrik bellek de diyebiliriz), kiminde aritmetik bellek (mesela bir çok telefon numarasını aklında tutabilenler vardır, ben tutamam, enfazla sık görüştüğüm kişilerin telefon numaralarını hatırlayabilirim), kiminde isim belleği ön plandadır (mesela bu konuda çok gelişmiş değilimdir). Bazılarında da Olay belleği önplandadır. Bunların hepsine sahip kişi, muhteşemdir. Ben öyle değilim. Fotografik, olay belleğim çok güçlüdür. Gördüğüm bir şeyi ve yaşadığım ya da tanıklık ettiğim bir şeyi asla unutmam. Mesleğimde de böyle idim. Özelliği olan bir hastayı 40 sene sonra dahi hatırlarım. Meslektaşlarım bilir.
Tarihe meraklı olduğum yıllar ilk okulda başladı. Çok okurdum ama, aklımda çok fazla bir şey kalmazdı. Aklımda kalan hep olaylar ve bu olayların içinde olan kişiler kalırdı. O kişilerin isimlerini de bir süre sonra unuturdum ama olayları, olayların geçtiği yerleri asla unutmazdım. Hayal edersim. Görmesem bile, o olayı , olayın geçtiği yerleri hayal ederdim. Böyle bir dünyam vardı.
Yıllar geçti, emekli olunca bir şeyler yapmaya devam edeyim dedim. Vaktimde çoktu, hem meslek hem de İzmir Tarih konularında araştırmalarıma devam ettim. Normalde 4-5 saat uyuyan biriyim. Yani vaktim çok, dolayısı ile de ben gerçekten fazla yaşıyorum.
Tarih konularını okuyunca, yavan gelen bir yazım olduğunu da fark ettim. Benim gibi sıradan insanlara hitap etmiyen yazılardı, ilgimi de çekmemişti. Bir gün bir nedenle elime bir gezgin kitabı geçti, internet üzerinden. İlginç olaylar anlatılıyordu. Bu olayları, belgeli yani akademik tarih açısından da araştırdım, evet olay doğru idi ama farklı açılardan geniş bir şekilde olayın nerede , nasıl ve neden ve de kimler tarafından oluşturulduğu anlatılmıştı. İşte bu popüler tarihti. Çalışma alanımı çok genişlettim. 100 üstünde gezgin anı kitabı okudum. Bunlar da o dönemin bilim insanları tarafından yazılmış olan kitaplardı ve belgeli tarihe de uyumlu idi. Hatta, hala belgesini ortaya koyamadıağımız olayları anlatıyordu.
Şimdi turist rehberleri, yerel ya da yabancı turistleri gezdiriyorlar. Geziye katılan kaç kişi, oralarda anlatılanları heyecan ve merak ile dinliyor. Söyleyeyim, çok azı. Eğer kuru tarih anlatılıyorsa , gezen kişilere hiç bir şey vermiyor. Bunun örneklerini, gezdiğim yabancı ülkelerde de gördüm ama orada popüler tarih anlatılıyordu. Bizde de bu işi, beğenin ya da beğenmeyin yazar Ahmet Ümit bey yapmakta.
Kemeraltında gezi yapıldığında "Meserret oteli " anlatacaksanız verilecek bilgiler uçar gider. Hep böyle olur. Ama siz oranın, otel öncesi bir Osmanlı baruthanesi (Barut han) olduğunu ve burasının İzmirin önemli bir esir pazarı olduğunu anlatırsanız, anlattıklarınız insanların belleğinde yer eder. Bir Cezayir hanı muhabbeti, var ama birden fazla Cezayir hanı var. Bugüne dek bildiğimiz, bu hanın ceza evi olarak kullanıldığıdır ama acaba hangisi ceza evi idi. Bu durum Basmane gibi kadim semtler içinde söz konusu.
İşte ben bunları yazıyorum. Yazmaya devam da edeceğim. 17,18 ve 19 yüzyıl İzmirinin sosyal, ekonomik yaşamını olay ve kişilere dönük olarak yazmaya devam edeceğim.
Kent planlarını yazacağım, o planlarda neler gördüğümü yazıyorum ve yazacağım. Kadim semt sokaklarını, bu sokaklardan kaybolanlarını, açılan yeni sokakları orada olan yaşamları yazacağım. Umarım bir yararı olur. Yazdıklarımdan yola çıkacak olursanız, o sokaklarda , o binalarda nelerin yaşandığını gözünüzde canlandırabileceksiniz.

Popüler ve akademik tarih için;
Fatma Acun* tarafından yazılan bilimsel makaleyi de okuyabilirsiniz. Yaralı bir yayondır. Popüler Tarih Nedir? Popüler Tarih Nasıl Yapılır?

Osman Koçanaoğulları
6 Eylül 2022
İzmir