9 Eylül 2022 Cuma

KOCANA - 2 ( KOÇANİ).

 KOCANA - 2 ( KOÇANİ).

Burası eski Yugolavya cumhuriyetinin Makedonya bölgesi. Şimdi ise Kuzey Makedonya Cumhuriyeti olarak biliniyor. Ayrı bir devlet. Üsküp baş şehir.

Burayı ilk defa 1978 yılında Ablam ver alt komşunun kızı ile gördüm. Sonra büyük oğlum ile 2015 yılında tekrar gördüm. İki gezim arasında olan farklılıkları, gözlemlerimi aktaracağım sizlere.

Yıl 1978.

Üsküpten, otobüs yolculuğu ile Koçanaya vardık. Dil bilmeyiz, oralarda akrabamız yok. Sadece, bir yaz tatilinde bize de ziyarete gelmiş olan, annemin çocukluk arkadaşının orada olduğunu biliyoruz. Belki görebiliriz dedik. Garaja inince dönüş biletlerimizi aldık, dönüş için de sadece bir otobüs var. Sıkı sıkı geç kalmamızı tembih ettiler.

 Dereni yada oranın ifadesi ile Köçana çayının sol tarafında olan Koçna camisine doğru yolun solundan yürümeye başladık. Eski Osmanlı evleri, derenin her iki tarafında sıralı. Anne dedem ve anne amcamlarının eleri bu rıhtımın karşılklı iki tarafında. Anne amcasının çocuğu yok. Adı Molla Şemsetttin. Stefanko ya göre buralara gelen ilk atamız Molla Şemsettinin adını almış. (mezar taşında olan Osmanlıcadan okuduğu kadarı 1528). Geldikleri yer KARAMAN. Baba sülalem KIaresili. Aileden aktarılan bilgiler bunlar. Belgesi yok.  Dere kenarına annemler dere rıhtımı diyorlarmış. Açız. Ortalıkta mis gibi pişi kokusu. Baktık, küçük, salaş bir börekçi. Koçanalıların " pul böreği " dediği börekler pişiriyor. Dumanı üstünde. " Çi "börekten farkı, içine konan kıymalı harcın kavrulmuş olması. Ayrıca peynirli olanı da var. Komşumuzun kızı, kıymalı olanından isteyince, benim Domuz eti fobim vardır " Tuna yeme, domuz eti olabilir      dedim. Birden, börekçi, mükemmel bir Türkçe ile " Te be yesin helaldir " dedi. Anladım ki, domuz eti değilmiş. Adamı Türk zannettim. Arnavutmuş. Oturduk, karnımızı doyurmaya başladık. Yanında da yağlı ayran. Laf lafı açtı, neden ve nereden geldiğimizi sordu, bizde anlattık. '5 senedir Koçanada oturduğunu eskileri bilemeyeceğini söyledi, ama etrafımız kalabalıklaştı. Sırpça, Arnavutça, Türkçe konuşmalar var. Birden, ak saçlı yaş bir bey geldi. Türkçe olarak baba soyumu sordu. Açıkçası o soyadan pek memnun olmadı. Olamazdı, baba soyum askeri özellikli ve Balkan isyanlarının bastırılmasında epey iş görmüş bu nedenle de büyük dedem " Ali Başko " olarak bilinirmiş. Yani " Başkoparan Ali" . İsyanı böyle bastırdığını yada isyanın böyle bastırılmasında bu şekilde katkısı olduğunu anlıyoruz. Yine de nezaket gösterdi. Anne tarafımı sordu ama, kadınların isimlerini, kaç*göç nedeni ile bilemeyeceğini, dedemin adını sordu brende " Molla Lütfü      dedim. Adam birden her iki elimi tuttu, öpmeye başadı. Düşünün ben 27 yaşında bir adamım karşımda belki de 70 yaşında bir adam elimi öpüyor. Çok rahatsız oldum. Etraftakiler ile bir şeyler konuştu. Ahali bizi, camiye doğru giderken bir yere götürdü. Büyük bir salon. Masalar var. Hizmet ettiler. Bizimle Türkçe konuştular. Burası Koçana idare binasıymış. Söz ettiğim kişide (adı Stefanko idi ve Koçananın yöneticisiymiş).

Şİmdi gelelim Stefankonun hikayesine. Konuyu kendisi anlattı. Mükemmel bir Türkçe ile.

Balkanlar kaynıyor. Soğuk bir gün. Lütfü dedem, muhtemelen bir bayram sabahı, Teroglanlar ile  birlikte camiye geliyor. Belki yanında çocuk ve akrabaları da var. Teroglan, bir tanım; AMELE demek yani TER OĞLANI. Daha çok Müslüman olmayanlar bu işte çalışıyor. Namazı kılıp çıkınca, kar kıyamet içinde biri kucağında  çok küçük, diğeri yanında 6-7 yaşlarında çocuğu olan kadını görüyor. Kadının kocasının Bulgar çeteciler tarafından öldürüldüğünü öğreniyor. Yanındakiler " alın Banyaya götürün, ne gerekirse yapın " diyor. Banya,, Koçananın bir köüü, işlekleri oradaymış. Aradan zaman geçiyor. Büyük çocuk vefat ediyor. Küçük çocuk büyüyor. Dedem, o çocuğu okutuyor, dedemin vefatı sonrası da büyük dayım okutuyor. Sonra bizimkiler anavatana göç ediyorlar. İşte okutulan çocuk bu adam oluyor. Dönem Tito dönemi.

O yerde bize öyle bir sofralar döşediler ki, üstünde yok, yok. Sohbet ve de sohbet. Sonra bizi Koçana camisine götürdüler. Viranlık. Bay Stefanko, camiye el atın, atalarınızın elleri var burada dedi. Hatta, bir kaç yıl önce senato başkanı buraya geldi (galiba Tekin Arıburun idi) o da buralar ile ilgilendi. Akrabanız olur dedi ama, dönüşte anneme sordum bilmiyor.  Annemlerin yıkılmış olan ve hemen caminin çaprazında olan evlerini gösterdi. Bitişiğinde Koçana müftüsün vi vardı. Viranlık. Onları gördük. Penceren baktıklarında, karşılarında saat kulesi olduğuynu nlatmıştı, saat kuşlesi de oaradaydı. Eski komşularının hiç biri yoktu. Mezarlığı sordum, yerini gösterdiler ama mezarlıkta yoktu. 2. dünya savaşı sırasında Alman Tankları Koçanaya oradan girmişler ve mezarlığı yok etmişler. Dönünce bunları anneme anlattım. Anavatana dönme karartı (1935) alındığında, bu durumdan sadece büyük dayım haberli. Kimse bilmiyor. Bir sabah, büyük dayım, tüm aileyi, akrabaları toplamış. Kabristana gidin ve vedalaşın demiş. İşte o anda anavatana göçü anlamışlar. 2 günde toplanmışlar ve kiralanan bir vagonla da Demirköprü üzerinde anavatana göçmüşler. Başka ayrıntılar da var ama, ana hatlar bunlar.

Baba sülalemden hiç bir şey yoktu. Aradan çok zaman geçmiş. Onlarda 1911 de buralara gelmişler.

Annemin çocukluk arkadaşı, biz Koçanaya varmadan bir hafta önce Üsküpte olan oğluna taşınmış ve orada vefat etmiş. Göremedik, sadece dua ettik.

Hava karardı. Otobüse yetişmemiz lazım. Bırakmıyorlar. İlla da akşam yemeği. İnsanları zor ikna ettik. Garaja gittik ama, otobüs sati geçmişti. Karşımıza bir pols çıktı, pasaportlarımızı topladı, bizden hiç memnyn olmadı ve "Ben pomakım " dedi. Pasaportları geri vermek istemedi, halk ite kaka elinden aldı. Polis te arkasına bakmadan çekti, gitti. Bizleri, sevmezlermiş. Otobüse bindik ama, numaralı bilet değil.  Yerlerde oturan insanlar bile var. Bize yer verdile. Birde " Turski paşa " v türkçe şarkılar söylenmeye başladı, rahatladık.

Koçanada o yıllarda ciddi bir Romen sayısı var. Sokakta, galiz ve Türkçe küfürleri duyuyorsunuz. Türkçe konuşuyorlar. Bay Stefanko " Ah Osmanlı ah. Neden buralardan gittiniz " dedi. Osmanlıyı özlediklerini, Osmanlının ne dinlerine ne dillerine ne de ırzlarına  karışmadıklarını anlattı. Tek şikayeti "anavatana giderken Romenleri burada bırakmış olmamızdı".

Koçanadan ayrılırken, kalbimiz burada kaldı.

2015 yılında, ne ben ne oğlum bu duyguları hissedemedik. Geride hiç bir şey kalmamıştı. Üzüldük.

2015 yılında, bunların hiç biri yoktu.

Osman Koçanaoğulları

10 Eylül 2022

İzmir